Kıyamet Saati Yakındır
İnsanların büyük bir bölümü kıyamet günü hakkında bilgi sahibidir. Hemen hemen herkes kıyamet saatinin dehşetinden az veya çok haberdardır. Buna rağmen, insanların büyük çoğunluğunun böylesine hayati bir konuda gösterdikleri ortak bir tepki vardır; kıyamet üzerine düşünmek veya konuşmak istemezler. Kıyamet saati geldiğinde yaşanacak korkuyu akıllarına getirmemek için yoğun bir çaba sarf ederler. Gazetede okudukları bir afet haberinin veya bir felaketi gösteren bir filmin kendilerine kıyameti hatırlatmasına dahi tahammül edemezler. Bu günün mutlaka karşılaşılacak olan büyük bir gerçek olduğunu düşünmekten kaçınırlar. Bu konudan bahseden kişileri dinlemek, bu büyük günü anlatan yazıları okumak istemezler. Bunlar, kıyamet gerçeğinin neden olduğu korkudan kaçmak amacıyla geliştirdikleri yöntemlerden bazılarıdır.Çoğu insan da kıyamet saatinin gerçekleşeceğine ciddi anlamda ihtimal vermez. Bunun bir örneğini Kehf Suresi’nde sözleri haber verilen zengin bağ sahibinin ifadelerinde de görmekteyiz:
Kıyamet-saatinin kopacağını da sanmıyorum. Buna rağmen Rabbime döndürülecek olursam, şüphesiz bundan daha hayırlı bir sonuç bulacağım. (Kehf Suresi, 36)
Bu ifadelerde Allah’a inandığını söyleyen, fakat kıyamet gerçeğini düşünmeyen, üstelik ayetlere uygun olmayan iddialar ileri sürenlerin gerçek zihniyetleri gözler önüne serilmektedir.Başka bir ayette de kıyamet saati ile ilgili olarak kuşkuya kapılan, şüpheye düşen inkarcılardan Allah şöyle söz eder:
“Gerçekten Allah’ın vaadi haktır, kıyamet-saatinde hiçbir kuşku yoktur.” denildiği zaman siz: “kıyamet-saati de neymiş, biz bilmiyoruz; biz yalnızca bir zanda (ve tahmin) bulunup zannediyoruz; biz kesin bir bilgiyle inanmakta olanlar değiliz.” demiştiniz. (Casiye Suresi, 32)
Bir kısım insanlar da kıyamet saatini bütünüyle inkar ederler. Böyle bir tavır gösterenleri ise Allah Kuran’da şöyle bildirmiştir:
Hayır, onlar kıyamet-saatini yalanladılar; Biz kıyamet-saatini yalan sayanlara çılgınca yanan bir ateş hazırladık. (Furkan Suresi, 11)
Gerçeği öğrenmek amacıyla, bizlere yol gösterecek kaynağımız olan Kuran’a ve hadislere baktığımızda apaçık bir gerçekle karşılaşırız. Kıyamet hakkında kendini kandıran insanlar büyük bir hata yapmaktadırlar. Çünkü Allah ayetlerinde, kıyamet saatinin yakın olduğunu ve bu konuda hiçbir şüpheye yer olmadığını haber vermektedir:
Gerçek şu ki kıyamet-saati yaklaşarak gelmektedir, onda şüphe yoktur… (Hac Suresi, 7)
Allah’ın Kuran’da kıyametle ilgili bildirdiği ayetlerin üzerinden 1400 sene kadar uzun süre geçtiğini, bu sürenin de bir insanın hayatına kıyasla uzun olduğunu düşünenler olabilir. Ancak burada söz konusu olan, Dünya’nın, Güneş’in, yıldızların, kısacası tüm kainatın sonudur. Evrenin milyarlarca senelik geçmişi göz önüne alındığında, on dört yüzyıllık bir zaman diliminin çok kısa Bediüzzaman Said Nursi de benzer bir soruya hikmetli bir teşbih ile şöyle cevap vermiştir:
Biz gökleri, yeri ve her ikisinin arasındakileri hakkın dışında (herhangi bir amaçla) yaratmadık. Hiç şüphesiz o kıyamet-saati de yaklaşarak-gelmektedir… (Hicr Suresi, 85)
Şüphesiz kıyamet-saati yaklaşarak gelmektedir, bunda hiçbir kuşku yok… (Mümin Suresi, 59)
Kuran, “kıyamet yakındır” ferman ediyor. Bu kadar sene geçtikten sonra gelmemesi, yakınlığına zarar vermez. Zira kıyamet dünyanın ecelidir. Dünyanın ömrüne nispeten bin veya iki bin sene, bir seneye nispetle bir iki gün veya bir iki dakika gibidir. Kıyamet saati yalnız insaniyetin eceli değil ki onun ömrüne nispet edilip uzak görülsün.1
“Bediüzzaman, üç inkılabı azimeye dikkat çekmiştir”
: … Ama açıkça söylüyorum gelmiş geçmiş en büyük müceddid ve müçtehiddir Said Nursi. “Ben “diyor; bakın yüksek ahlakına bakın bu güzel insanın. “Ben seyyid değilim” diyor, “o gelecek mübarek kişi seyyiddir” diyor. “Ondan sonra, o ahir zamanda gelecek şahsın” diyor “Mehdi’nin pişdar, öncü bir neferiyim” diyor, “askeriyim” diyor, “herhangi sıradan bir askeriyim “diyor ve “ona ortam hazırlıyorum” diyor. Ve “geldiği vakit” diyor; “Risale-i Nur’un gerçek sahibi” diyor, “bu eserlerin gerçek sahibi O’dur” diyor ve “en iyi O anlayacak bu Risale-i Nur Külliyatı’nı “diyor. Yani “benim değerimi de en iyi O bilecek” diyor. “Risale-i Nur’un da en iyi kıymetini bilecek O’dur “diyor. İnşaAllah. Risale-i Nur’un da yine sırlarını ortaya çıkaracak Hz. Mehdi (as)’dır. Yani içi sır doludur Risale-i Nur Külliyatı’nın. Metafizik bir insandır, olağanüstüdür… “Ta hicri 1506’ya kadar, ta 1506’dan 1542’ye kadar gizli mağlubane” diyor. “Ve bir Taife-i Azam” diyor Hz. Mehdi (as)’ın talebelerine. O ayrı bir azam onları da ayrı olarak katıyor; “onlar da” diyor yani “devam edecekler” diyor. İnşaAllah. “Ve ahir zamanda yine hizbi makbuldür” diyor. “Makbul bir hiziptir” diyor. Yani “Risale-i Nur Külliyatı halen okunmaya devam edecek” diyor. “42’ye kadar “diyor. 42’den sonra ne Risale-i Nur kalıyor, ne Kuran kalacak, hepsi göğe ref ediliyor. Üç yıl kadar kepazeliklerine devam edecekler, üç yıl. Evet, 1542’den 42, 43, 44, 45. 1545’de bütün vücut sistemleri felç olacak korkunun şiddetinden. Allah diyor başları saçları bütün saçları bembeyaz olacak diyor. Yani insanın aklının alabileceği en büyük korku şokunu yaşayacaklar. Dünyanın dönüşü tersine olmaya başlıyor. “Kuran” diyor “dünyanın başından alınmasıyla” diyor, yani “dünyanın beynidir Kuran” diyor. “Alınmasıyla dünya da artık divane olur, aklını kaybeder” diyor. “Ve intizamsız hareketlerle başını başka bir seyyareye vurur” diyor. Yani bir gök taşı, büyük bir göktaşı, ama çok hacimli bir taş ki hep teğet geçiyor şu an zaten biliyorsunuz, sık sık teğet geçiyor, bu sefer teğet geçmeyecek. Vurdu mu tersine çevirmeye başlayacak Dünya’yı. Mağma, mağmanın hareketi durmadığı için, çünkü kabuk duracak; kabuk tersine dönüyor, ama mağma dönmeye devam ediyor hızdan dolayı. Mesela bir kabın içine siz su doldurursanız, onu santrifüjle hızla şey yaparsanız birden durdurursanız kabı, su dönmeye devam eder ve bu muazzam tahribat yapacak işte. Ayette de belirtilen odur; “Denizlerin yandığını görürsün” diyor. Her yerden, boğazlardan, Marmara’dan, Akdeniz’den, her yerden binlerce, on binlerce km yüksekliğe lavlar fışkırmaya başlayacak yeraltından. Her yer parçalanacak, Boğazlar açılıp kapanacak. Kısa bir süredir, ama korkunun en şiddetlisini yaşayacaklar, melekler de sürekli o anda inmeye başlayacak zaten… Ama aklın ihtiyari kalkmış artık, dönüşü yok ondan sonra inşaAllah. Seri olaylardır bunlar. Yani yoksa bu yüz yirmi yıl bundan sonra yaşanacak. Öyle bir konu yok. Nitekim gösterdim hadisleri… Üç inkılabı azimeye diyor dikkat çekiyor Üstad, biri de 1545. En şiddetlisi işte bu. Bu kıyamet. İnkılabı azime, yani büyük inkılap, büyük değişiklik ve “bununla sonlanacak “diyor. Ve “küfrün başına kıyamet kopmasına ima eder” diyor inşaAllah, Aziz Allah. (Kanal 35, 4 Ekim 2009)Kuran Ahlakının Tüm Dünyaya Anlatılması
Kuran ayetlerinde, “Allah’ın sünneti” şeklinde bir ifade ile karşılaşırız. Bu ifade Kuran’da “Allah’ın kanunları” anlamında kullanılmaktadır. Ayetlerde, bu kanunların daima geçerliliğini koruduğu haber verilmiştir. Bu konudaki bir ayette Allah şöyle buyurur:
(Bu,) Daha önceden gelip-geçenler hakkında (uygulanan) Allah’ın sünnetidir. Allah’ın sünnetinde kesin olarak bir değişiklik bulamazsın. (Ahzab Suresi, 62)
İşte değişmeyen bu İlahi kurallardan birisi toplumların helak edilmeden önce peygamberler ve elçiler vesilesiyle, bazen de kutsal bir kitap gönderilerek uyarılmasıdır. Bu gerçeği bildiren bir ayet şöyledir:
Biz, kendisi için bilinen (takdir edilmiş) bir Kitap olmaksızın hiçbir ülkeyi yıkıma uğratmadık. (Hicr Suresi, 4)
Tarih boyunca Allah, yıkıma uğrayan her topluma önce, elçiler göndermiş ve hakkı kendilerine bildirmiştir. Buna rağmen isyan ve azgınlığa devam edenler, kendileri için belirlenmiş süreleri dolduğunda helak edilmiş, gelecek nesiller için ibret konusu olmuşlardır. Allah’ın bu kanununu düşündüğümüzde bazı önemli sırlar ortaya çıkmaktadır.Kıyamet, dünya üzerindeki tüm toplumların başına gelecek son felakettir. Kuran insanların öğüt alıp düşünmesi için indirilen İlahi kitapların sonuncusudur ve kıyamete kadar tek yol gösterici olarak kalacaktır. Ayetlerde bildirildiği gibi; “… O (Kuran) alemlere bir öğüt ve hatırlatmadan başkası değildir.” (Enam Suresi, 90)
Kuran’ın sadece belirli bir zamana ve mekana hitap ettiğini zanneden insanlar ise derin bir gaflet içindedir, çünkü Kuran, tüm “alemler” için ortak bir çağrıdır.
Peygamberimiz (sav) döneminden beri Kuran hakikatleri tüm dünyaya tebliğ edilmektedir. Özellikle içinde yaşadığımız çağ, Allah’ın tarihte benzeri görülmedik teknolojik gelişmeler yaratması vesilesiyle, Kuran’ın emirlerinin tüm insanlığa duyurulabildiği bir dönemdir. Bugün bilim, eğitim, ulaşım ve iletişim alanlarındaki gelişmeler en uç noktaya varmak üzeredir. Özellikle bilgisayar ve internet teknolojileri sayesinde dünyanın dört bir yanındaki insanlar saniyeler içinde birbirleriyle konuşabilmekte, bilgilerini paylaşabilmekte ve iletişim kurabilmektedir. Bilim ve teknoloji devrimi tüm dünya ülkelerini birleştirmekte; “küreselleşme”, “dünya vatandaşlığı” gibi ifadeleri söz dağarcığımıza kazandırmaktadır. Kısacası tüm dünyadaki insanları birbirinden ayıran bütün engeller hızla ortadan kalkmaktadır.
Bu gerçekler ışığında rahatlıkla şunu söylemek mümkündür: Yaşadığımız “Bilgi Çağı”nda Allah, her türlü teknolojik gelişmeyi hizmetimize vermiştir. Müslümanların üzerine düşen sorumluluk da, Allah’ın sunduğu bu imkanları en güzel ve faydalı şekilde kullanmak, dünyanın ayak basılan her noktasında insanları Kuran ahlakına davet etmektir.
Elçiler
Allah’ın kainatın yaratılışından günümüze kadar var olan değişmeyen kanunlarından önceki bölümde bahsetmiştik. Bu İlahi kanunlardan birisi de elçi gönderilmeyen topluma Allah Katından bir azap gelmemesidir. Allah bu vaadini aşağıdaki ayetlerde şöyle haber vermektedir:
Senin Rabbin, ‘ana yerleşim merkezlerine’ onlara ayetlerimizi okuyan bir elçi göndermedikçe şehirleri yıkıma uğratıcı değildir. Ve Biz, halkı zulmeden şehirlerden başkasını da yıkıma uğratıcı değiliz. (Kasas Suresi, 59)
Ayetlerde bildirildiği gibi, Allah toplumların merkezi yerleşim birimlerine uyarıcı-korkutucu olarak elçilerini gönderir. Bu elçiler de insanlara Allah’ın emirlerini bildirirler. Ancak inkarcı toplumlar her dönemde kendilerini uyaran elçileri alayla karşılar, yalancılık, çıkarcılık, delilik gibi çeşitli iftiralarla onları suçlarlar. Ahlaksızlık ve azgınlıklarına devam eden bu toplumları Allah hiç beklemedikleri bir anda büyük bir felaket ile helak etmektedir. Nuh, Lut, Ad, Semud halklarının ve Kuran’da bahsi geçen diğer kavimlerin ibret verici yıkımları söz konusu helaka birer örnektir.
… Biz bir elçi gönderinceye kadar (hiçbir topluma) azap edecek değiliz. (İsra Suresi, 15)
Kendisi için bir uyarıcı olmaksızın, Biz hiçbir ülkeyi yıkıma uğratmış değiliz. (Onlara) Hatırlatma (yapılmıştır). Biz zulmedici değiliz. (Şuara Suresi, 208-209)
Allah bize Kuran’da elçilerini şu sebeplerle gönderdiğini belirtmiştir: Toplumu müjdelemek, insanlara sapkın inançlarını bırakıp Allah’ın dinini ve güzel ahlakı yaşamaları için önemli bir fırsat tanımak, elçilerin davetinden sonra insanların kıyamet günü ileri sürecek mazeret ve bahanelerinin kalmaması için onları uyarmak; İşte bu amaçları Allah bir ayette şöyle haber verir:
Elçiler, müjdeciler ve uyarıcılar olarak (gönderildi). Öyle ki, elçilerden sonra insanların Allah’a karşı (savunacak) delilleri olmasın… (Nisa Suresi, 165)
Ahzab Suresi’nin 40. ayetinde haber verildiği gibi, Peygamberimiz (sav) son peygamberdir. Hz. Muhammed (sav), “… Allah’ın Resulü (elçisi) ve peygamberlerin (nebilerin) sonuncusudur.” (Ahzap Suresi, 40) Başka bir ifadeyle, Hz. Muhammed (sav) ile Allah’ın insanlığa gönderdiği vahiyler tamamlanmıştır. Buna karşın Peygamberimiz (sav)’in tebliğ ettiği Kuran’ın anlatılması ve hatırlatılması anlamındaki sorumluluk, kıyamete kadar tüm Müslümanlar için sürmektedir.İslam Ahlakının Dünyaya Egemen Olması
Kuran’da sık sık bildirilen hususlardan biri azgınlıkları ve isyanları nedeniyle Allah’ın helak ettiği kavimler ve bunlardan çıkarılması gereken ibretlerdir. Sözü edilen geçmiş toplumlar ile günümüzdeki bazı toplumlar arasında büyük benzerlikler olduğu tartışma götürmez bir gerçektir. Hatta günümüzde, cinsel sapkınlıklarıyla tanınan Lut kavmi, dolandırıcı ve sahtekar Medyen halkı, alaycı ve kendini beğenmiş Nuh kavmi, isyankar ve azgın Semud halkı, nankör İrem halkı ve helak edilen diğer toplumların tutumlarını bile aşmış şekilde hayat sürdüren kimi insanlar yaşamaktadır. Açıktır ki, tüm bu ahlaki dejenerasyonun arkasında insanın Allah’ı ve yaratılış amacını unutması yatmaktadır.İçinde bulunduğumuz dönemdeki cinayet, sosyal adaletsizlik, dolandırıcılık ve hırsızlık vakaları, ahlaki yozlaşma gibi olumsuzluklar insanların bir kısmını umutsuzluğa düşürmektedir. Ancak unutulmamalıdır ki, Allah Kuran’da “rahmetinden umut kesilmemesini” emretmiştir. Ümitsizlik, yılgınlık müminlere özgü özellikler değildir. Allah, şirk koşmadan katıksız olarak Kendisine kulluk eden, O’nun rızasını kazanmaya yönelik hayırlı işler yapan müminleri “güç ve iktidar sahibi” yapacağını müjdelemektedir:
Allah içinizden iman edenlere ve salih amellerde bulunanlara vaat etmiştir. Hiç şüphesiz onlardan öncekileri nasıl ‘güç ve iktidar sahibi’ kıldıysa, onları da yeryüzünde ‘güç ve iktidar sahibi’ kılacak; kendileri için seçip beğendiği dinlerini kendilerine yerleşik kılıp sağlamlaştıracak ve onları korkularından sonra güvenliğe çevirecektir. Onlar yalnızca Bana ibadet ederler ve Bana hiçbir şeyi ortak koşmazlar. Kim bundan sonra inkar ederse, işte onlar fasıktır. (Nur Suresi, 55)
Hak dini içtenlikle yaşayan salih kulların yeryüzüne mirasçı kılınmasının İlahi bir kanun olduğunu Allah şöyle bildirir:
Andolsun, Biz Zikir’den sonra Zebur’da da “Şüphesiz Arz’a salih kullarım varis olacaktır” diye yazdık. (Enbiya Suresi, 105)
Yukarıdaki ayetlerde verilen müjde ile birlikte Allah, müminlere çok önemli bir vaatte daha bulunmaktadır. İslam dini bütün dinlere üstün kılınmak için insanlığa gönderilmiştir. Allah Kuran’da şöyle buyurmaktadır:
“Ve onlardan sonra sizi o arza mutlaka yerleştireceğiz. İşte bu, makamımdan korkana ve tehdidimden korkana ait (bir ayrıcalıktır).” (İbrahim Suresi, 14)
Andolsun, sizden önceki nesilleri, resulleri kendilerine apaçık deliller getirdiği halde, zulmettikleri ve iman etmeyecek oldukları için yıkıma uğrattık. İşte Biz, suçlu-günahkar olan bir topluluğu böyle cezalandırırız. Sonra, nasıl yapıp-davranacaksınız diye gözlemek için, onların ardından sizi yeryüzünde halifeler kıldık. (Yunus Suresi, 13-14)
Musa kavmine: “Allah’tan yardım dileyin ve sabredin. Gerçek şu ki arz Allah’ındır; ona kullarından dilediğini mirasçı kılar. En güzel sonuç muttakiler içindir.” dedi. Dediler ki: “Sen bize gelmeden önce de geldikten sonra da eziyete uğratıldık.” (Musa) “Umulur ki Rabbiniz düşmanınızı helak edecek ve sizleri yeryüzünde halifeler (egemenler) kılacak, böylece nasıl davranacağınızı gözleyecek.” dedi. (Araf Suresi, 128-129)
Allah yazmıştır: “Andolsun, Ben galip geleceğim ve elçilerim de.” Gerçekten Allah, en büyük kuvvet sahibidir, güçlü ve üstün olandır. (Mücadele Suresi, 21)
Ağızlarıyla Allah’ın nurunu söndürmek istiyorlar. Oysa kafirler istemese de Allah, Kendi nurunu tamamlamaktan başkasını istemiyor. Müşrikler istemese de O dini (İslam’ı) bütün dinlere üstün kılmak için elçisini hidayetle ve hak dinle gönderen O’dur. (Tevbe Suresi, 32-33)
Hiç kuşkusuz Allah, vaadinin gerçekleşeceğinde şüphe olmayan ve vaadinden dönmeyendir. Sapkın felsefeleri, çarpık ideolojileri ve batıl din anlayışlarını ortadan kaldıracak, insanları karanlıklardan aydınlığa çıkaracak olan güzel ahlak İslam ahlakıdır. Yukarıdaki ayetlerde haber verildiği gibi, inkarcıların ve müşriklerin bu büyük müjdeyi engelleyebilmesi ise söz konusu değildir. (Bu konudaki kapsamlı çalışmamızı “Altınçağ” isimli kitabımızda bulabilirsiniz.) İslam ahlakının tam anlamıyla yaşanacağı bu dönem sevginin, fedakarlığın, yardımlaşmanın, dürüstlüğün, sosyal adaletin, güven ve huzurun hakim olacağı bir zaman olacaktır. Cennet benzeri özellikleri nedeniyle Altınçağ olarak adlandırılan böyle bir dönem bugüne kadar yaşanmamıştır. Bu kutlu dönem kıyamet öncesinde yaşanacaktır; şu an Allah’ın takdir ettiği zamanı beklemektedir.
Onlar, Allah’ın nurunu ağızlarıyla söndürmek istiyorlar. Oysa Allah, Kendi nurunu tamamlayıcıdır; kafirler hoş görmese bile. Elçilerini hidayet ve hak din üzere gönderen O’dur. Öyle ki onu (hak din olan İslam’ı) bütün dinlere karşı üstün kılacaktır; müşrikler hoş görmese bile. (Saf Suresi, 8-9)
Hz. İsa (as)’ın Yeryüzüne Dönüşü
Hz. İsa (as), Allah’ın seçkin kıldığı bir peygamberdir; dünya tarihinde hakkında en çok konuşulan elçilerden de birisidir. Allah’a şükürler olsun ki konuşulanlardan neyin doğru neyin yanlış olduğunu anlamamıza vesile olacak bir kaynak elimizde bulunmaktadır, o da Allah’ın koruması altında bulunan tek İlahi kitap olan Kuran’dır.İsa Peygamber (as) ile ilgili gerçek bilgilere ulaşmak için Kuran’a başvurduğumuzda şunları görürüz:
Hz. İsa (as) Allah’ın elçisi ve kelimesidir. (Nisa Suresi, 171)
Allah kendisine “İsa Mesih” ismini vermiştir. (Al-i İmran Suresi, 45)
İnsanlığa bir ayet, bir işaret kılınmıştır. (Enbiya Suresi, 91)
Hz. İsa (as) daha beşikteyken insanlarla konuşmuş (Al-i İmran Suresi, 46),
Allah’ın dilemesiyle birçok mucize göstermiştir. Allah’ın ona lütfettiği bir başka mucizes de yetişkinliğinde yeryüzüne geri dönmesi ve insanlarla konuşmasıdır. (Al-i İmran Suresi, 49; Maide Suresi, 110)
İsa Peygamber (as) İncil’i tebliğ etmiştir. (Hadid Suresi, 27)
Üçleme yanılgısına inananlar (Allah’ı tenzih ederiz) doğru yoldan sapmış, küfre düşmüşlerdir. (Maide Suresi, 72)
İnkarcılar onu öldürmek için tuzak kurmuşlardır, ama Allah bu tuzağı bozmuştur. (Al-i İmran Suresi, 54)
Hz. İsa (as)’ın ahir zamanda yeniden yeryüzüne dönüşü kıyamet için bir alamettir. (Zuhruf Suresi, 61)
Hz. İsa (as) tekrar dünyaya geldiğinde ona inanmayan hiç kimse kalmayacaktır. (Nisa Suresi, 159)
Allah, inkarcıların Hz. İsa (as)’ı öldürmelerine izin vermemiş, onu Kendi Katına yükseltmiştir. Ve tekrar yeryüzüne döneceğini insanlara müjdelemiştir. Hz. İsa (as)’ın yeryüzüne dönüşü ile ilgili olarak da Kuran’da şu haberler verilir:Allah kendisine “İsa Mesih” ismini vermiştir. (Al-i İmran Suresi, 45)
İnsanlığa bir ayet, bir işaret kılınmıştır. (Enbiya Suresi, 91)
Hz. İsa (as) daha beşikteyken insanlarla konuşmuş (Al-i İmran Suresi, 46),
Allah’ın dilemesiyle birçok mucize göstermiştir. Allah’ın ona lütfettiği bir başka mucizes de yetişkinliğinde yeryüzüne geri dönmesi ve insanlarla konuşmasıdır. (Al-i İmran Suresi, 49; Maide Suresi, 110)
İsa Peygamber (as) İncil’i tebliğ etmiştir. (Hadid Suresi, 27)
Üçleme yanılgısına inananlar (Allah’ı tenzih ederiz) doğru yoldan sapmış, küfre düşmüşlerdir. (Maide Suresi, 72)
İnkarcılar onu öldürmek için tuzak kurmuşlardır, ama Allah bu tuzağı bozmuştur. (Al-i İmran Suresi, 54)
Hz. İsa (as)’ın ahir zamanda yeniden yeryüzüne dönüşü kıyamet için bir alamettir. (Zuhruf Suresi, 61)
Hz. İsa (as) tekrar dünyaya geldiğinde ona inanmayan hiç kimse kalmayacaktır. (Nisa Suresi, 159)
İsa Peygamber (as)’ı öldürmek için tuzak kuran inkarcıların onu kesinlikle öldüremediklerini Allah şöyle haber verir:
Ve : “Biz, Allah’ın Resulü Meryem oğlu Mesih İsa’yı gerçekten öldürdük” demeleri nedeniyle de (onlara böyle bir ceza verdik) Oysa onu öldürmediler ve onu asmadılar. Ama onlara (onun) benzeri gösterildi. Gerçekten onun hakkında anlaşmazlığa düşenler, kesin bir şüphe içindedirler. Onların bir zanna uymaktan başka buna ilişkin hiçbir bilgileri yoktur. Onu kesin olarak öldürmediler. (Nisa Suresi, 157)
Hz. İsa (as)’ın ölmediği insanların yaşadığı boyuttan alınarak, Allah Katına yükseltildiğini haber veren ayet şöyledir:
Hayır; Allah onu Kendine yükseltti. Allah üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir. (Nisa Suresi, 158)
Al-i İmran Suresi’nin 55. ayetinde, Hz. İsa (as)’a uyanların kıyamete kadar inkara sapanların üstüne geçirileceği haber verilmektedir. Günümüzden 2000 yıl kadar önce Hz. İsa (as)’a tabi olan havarilerin hiçbir siyasi güce sahip olmadıkları tarihi bir gerçektir. Bu dönem ile günümüz arasında yaşayan ve kendilerini Hıristiyan olarak adlandıranların ise başta teslis (üçleme) olmak üzere pek çok sapkın inancı savundukları, dolayısıyla gerçek anlamda İsevi olarak tabir edilemeyecekleri de açıktır. Çünkü Kuran’ın birçok ayetinde teslise inananların inkara saptıkları ifade edilir. O halde kıyamet saati öncesindeki bir dönemde, inkarcılara üstün gelecek gerçek İseviler ortaya çıkacak Al-i İmran Suresi’ndeki İlahi vaat de böylece tecelli edecektir. Kuşkusuz müjdelenmiş bu topluluk, Hz. İsa’nın yeryüzüne dönüşüyle kendini gösterecektir.Kuran’da verilen bir diğer bilgi de Hz. İsa (as)’ın vefatından önce tüm Ehli Kitap’ın kendisine iman edeceği şeklindedir
Andolsun, Kitap Ehlinden, ölmeden önce ona (Hz. İsa’ya) inanmayacak kimse yoktur. Kıyamet günü, o (Hz. İsa) da onların aleyhine şahit olacaktır. (Nisa Suresi, 159)
Bu ayetten açıkça anlaşılmaktadır ki, Hz. İsa (as) ile ilgili olarak henüz gerçekleşmemiş olan üç İlahi vaat vardır. İlk olarak, İsa Peygamber (as)’ın her insan gibi yaşadıktan sonra öleceği bildirilmektedir. İkinci vaat, tüm Ehli Kitap’ın onu cismani olarak göreceği ve ona yaşarken itaat edeceğidir. Şüphesiz söz konusu bu iki haber de Hz. İsa (as)’ın kıyamet öncesindeki gelişinde gerçekleşecek olaylardır. Ayetteki üçüncü haber olan Hz. İsa (as)’ın Ehli Kitap hakkındaki şahitliği de kıyamet gününde gerçekleşecektir.Kuran’da Hz. İsa (as)’ın içinde bulunduğumuz ahir zamanda yeniden yeryüzüne döneceğini açıklayan bir diğer ayet ise Meryem Suresi’nde geçmektedir.
“Selam üzerimedir; doğduğum gün, öleceğim gün ve diri olarak yeniden-kaldırılacağım gün de.” (Meryem Suresi, 33)
Bu ayet Al-i İmran Suresi’nin 55. ayetiyle birlikte incelendiğinde çok önemli bir gerçeğe işaret etmektedir. Al-i İmran Suresi’ndeki ayette Hz. İsa (as)’ın Allah Katına yükseltildiği ifade edilmektedir. Bu ayette ölme ya da öldürülme ile ilgili bir bilgi verilmemektedir. Ancak Meryem Suresi’nin 33. ayetinde Hz. İsa (as)’ın öleceği günden bahsedilmektedir. Bu ikinci ölüm ise ancak Hz. İsa (as)’ın ikinci kez dünyaya gelişi ve bir süre yaşadıktan sonra, vefat etmesiyle mümkün olabilir.Hz. İsa (as)’ın yeryüzüne dönüşünü haber veren bir diğer ayet şöyledir:
Ona (Hz. İsa’ya) kitabı, hikmeti, Tevrat’ı ve İncil’i öğretecek. (Al-i İmran Suresi, 48)
Bu ayette geçen “kitap” kelimesinin neyi ifade ettiğini anlamak için konuyla ilgili diğer Kuran ayetlerine baktığımızda şunu görürüz: Tevrat ve İncil ile birlikte aynı ayette kullanılması halinde kitap, Kuran anlamını ifade etmektedir; Al-i İmran Suresi’nin 3. ayeti buna bir örnek olarak verilebilir. Bu durumda, 48. ayetteki Hz. İsa (as)’ın öğreneceği bildirilen kitap da ancak Kuran olabilir. İsa Peygamber (as)’ın bundan yaklaşık 2000 sene önceki yaşamında, Tevrat ve İncil üzerine bilgi sahibi olduğu bilinmektedir. Kuran’ı öğrenmesinin ise yeryüzüne yeniden gelişinde gerçekleşeceği açıktır.Al-i İmran Suresi’nin 59. ayetindeki “şüphesiz, Allah Katında İsa’nın durumu, Adem’in durumu gibidir” ifadesi de oldukça dikkat çekicidir. Bu ayette iki peygamber arasındaki bazı benzerliklere dikkat çekilmiş olabilir. Bilindiği gibi, hem Hz. Adem (as) hem de Hz. İsa (as) babasızdır. Ayrıca yukarıdaki ayette, Hz. Adem (as)’ın cennetten yeryüzüne indirilmesi Hz. İsa (as)’ın içinde bulunduğumuz Ahir Zaman’da Allah Katından yeryüzüne indirilmesine de benzetilmiş olabilir.
Kuran’da Hz. İsa (as) ile ilgili şöyle bir bilgi de verilmektedir:
Şüphesiz o (Hz. İsa) kıyamet-saati için bir ilimdir. Öyleyse ondan (kıyametten) yana hiçbir kuşkuya kapılmayın ve bana uyun. Dosdoğru yol budur. (Zuhruf Suresi, 61)
Hz. İsa (as)’ın Kuran’ın indirilişinden altı yüzyıl önce yaşadığını biliyoruz. O halde yukarıdaki ayette bildirilen, onun ilk hayatının değil Ahir Zaman’daki dönüşünün kıyamet için bir bilgi kaynağı olacağıdır. Hz. İsa (as)’ın ikinci gelişi hem Hıristiyan hem de İslam dünyasında sabırsızlıkla beklenmektedir. Bu kutlu misafirin yeryüzünü şereflendirmesiyle de çok önemli bir kıyamet alameti daha tecelli etmiş olacaktır.Hz. İsa (as)’ın tekrar dünyaya geleceği ile ilgili bir başka delil ise Maide Suresi 110. ayette ve Al-i İmran Suresi 46. ayette geçen “kehlen” kelimesidir. Ayetlerde Allah şu şekilde buyurur:
Allah şöyle diyecek: “Ey Meryemoğlu İsa, sana ve annene olan nimetimi hatırla. Ben seni Ruhu’l-Kudüs ile destekledim, beşikte iken de, yetişkin (kehlen) iken de insanlarla konuşuyordun…” (Maide Suresi, 110)
“Beşikte de, yetişkinliğinde (kehlen) de insanlarla konuşacaktır. Ve O salihlerdendir.” (Al-i İmran Suresi, 46)
Bu kelime Kuran’da sadece yukarıdaki iki ayette ve sadece Hz. İsa (as) için kullanılmaktadır. Hz. İsa (as)’ın yetişkin halini ifade etmek için kullanılan “kehlen” kelimesinin anlamı “otuz ile elli yaşları arasında, gençlik devresini bitirip ihtiyarlığa ayak basan, yaşı kemale ermiş kimse” şeklindedir. Bu kelime İslam alimleri arasında ittifakla “35 yaş sonrası döneme işaret ediyor” şeklinde çevrilmektedir.“Beşikte de, yetişkinliğinde (kehlen) de insanlarla konuşacaktır. Ve O salihlerdendir.” (Al-i İmran Suresi, 46)
Hz. İsa (as)’ın genç bir yaş olan otuz yaşının başlarında göğe yükseldiğini, yeryüzüne indikten sonra kırk yıl kalacağını ifade eden ve İbn Abbas’tan rivayet edilen hadise dayanan İslam alimleri, Hz. İsa (as)’ın yaşlılık döneminin, tekrar dünyaya gelişinden sonra olacağını, dolayısıyla bu ayetin, Hz. İsa (as)’ın nüzulüne (yeniden yeryüzüne gelişine) dair bir delil olduğunu söylemektedirler. (Faslu’l-Makal fi Ref’I İsa Hayyen ve Nüzulihi ve Katlihi’d-Deccal, s. 20)
Kuran ayetlerine bakıldığında bu ifadenin bir tek Hz. İsa (as) için kullanıldığını görürüz. Tüm peygamberler insanlarla konuşup, onları dine davet etmişlerdir. Hepsi de yetişkin oldukları dönemde tebliğ görevini yerine getirmişlerdir. Ancak Kuran’da hiçbir peygamber için bu şekilde bir ifade kullanılmamıştır. Bu ifade sadece Hz. İsa (as) için ve mucizevi bir durumu ifade etmek amacıyla kullanılmıştır. Çünkü ayetlerde birbiri ardından gelen “beşikte” ve “yetişkin iken” kelimeleri iki büyük mucizevi zamana dikkat çeker.
Hz. İsa (as)’ın beşikteyken konuşması Allah’ın dilemesiyle gerçekleşen bir mucizedir. Bu görülmüş bir olay değildir ve ayetlerde bu mucizevi olay birçok kez anlatılmaktadır. Bu kelimenin hemen ardından gelen “yetişkin iken de insanlarla konuşması” şeklindeki ifadenin de bir mucize olduğu anlaşılmaktadır. Eğer “yetişkin iken” ifadesi, Hz. İsa (as)’ın Allah Katına alınmadan önceki hayatına işaret ediyor olsaydı, o zaman Hz. İsa (as)’ın konuşuyor olması bir mucize olmayacaktı. Bir mucize olmadığı için de beşikteyken konuşmasının ardından ve bu mucizevi durumla eşdeğer bir anlamda kullanılmazdı. O zaman “beşikten yetişkin oluncaya kadar” şeklinde bir ifade kullanılırdı ki, bu da, Hz. İsa (as)’ın beşikte konuşmaya başlamasından göğe yükseltilmesine kadar süren tebliğini anlatmış olurdu. Ancak ayette iki büyük mucizevi zamana dikkat çekilmektedir. Bunlardan birincisi beşikteyken konuşması, ikincisi ise yetişkin iken konuşmasıdır. Dolayısıyla mucizevi bir döneme işaret eden “yetişkin iken” ifadesi, Hz. İsa (as)’ın mucizevi bir şekilde tekrar yeryüzüne döndükten sonraki dönemde, yetişkin iken insanlarla konuşmasıdır.
Hz. İsa (as)’ın yeryüzüne ikinci kez gelişi hakkındaki bilgiler Peygamber Efendimiz (sav)’in hadislerinde de mevcuttur. Peygamberimiz (sav)’in birçok hadisinde bu müjdenin yanı sıra Hz. İsa (as)’ın dünyada yapacakları ile ilgili haberler de bulunmaktadır. Bu konu hadisler doğrultusunda, elinizdeki kitabın “Hz. İsa (as) ve Sahte Peygamberler” bölümünde incelenmektedir. (Daha geniş bilgi edinmek isteyenler “Hz. İsa Gelecek” isimli kitabımızdan faydalanabilir.)
Burada önemli bir konuyu daha hatırlatmakta yarar vardır: Hz. Muhammed (sav) Allah’ın insanlara gönderdiği son peygamberdir. Allah Peygamberimiz (sav)’e Kuran’ı vahyetmiş ve kıyamete kadar tüm insanları Kuran’a uymaktan sorumlu tutmuştur. Hz. İsa (as) da Ahir Zaman’da bir mucize olarak dünyaya gelecek, ancak Peygamberimiz (sav)’in de bildirdiği gibi, yeni bir din getirmeyecektir. Peygamberimiz (sav) tarafından insanlığa öğretilen hak din Kuran’da bildirilen İslam dinidir ve Hz. İsa (as) da yeryüzüne ikinci gelişinde Kuran’a tabi olacaktır.
Peygamber Efendimiz (sav)’in hadislerinde bildirildiğine göre, Hz. Mehdi (as) da ahir zamanda zuhur edecek ve Hz. İsa (as) ile birlikte İslam ahlakını yeryüzüne hakim edecektir. Bu iki kutlu insanın vesile olmasıyla yeryüzündeki tüm zulüm ve haksızlıklar sona erecek; dünyaya adalet, barış, sevgi, huzur ve güven yerleşecektir.
Hz. İsa (as) ve Hz. Mehdi (as) Bu Yüzyılda Gelecektir
Her yüz senede bir din ahlakını bidatlerden kurtarmak ve yenilemek için Allah tarafından bir zatın gönderildiği, Sünen-i Ebu Davud, Mektubat-ı Rabbani gibi büyük ve muteber ehli sünnet alimlerinin eserlerinde açık bir şekilde belirtilmiştir:
Ebu Hüreyre’nin rivayetine göre; Resulullah (sav) şöyle buyurmuş: Gerçekten Aziz ve Celil olan Allah her yüz senenin başında şu ümmetin dinini bidatten (dine sonradan karışmış batıl uygulamalardan) ayıracak, yenileyecek (ilim sahibi) bir zatı gönderir. (Sünen-i Ebu Davud, 5/100)
Peygamberimiz (sav)’den rivayet edilen hadislerde ahir zamanda zuhur edeceği müjdelenen Hz. Mehdi (as)’ın çıkış zamanı olarak ise Hicri 1400 yılı verilmiştir:
“İnsanlar 1400 senesinde Hz. Mehdi (as)’ın yanında toplanacaklardır.” (Risaletül Huruc-ül Mehdi, s. 108)
Bu 100 yıllık sürede İslam ahlakı belli bir süreç içinde tüm dünyaya hakim olacak, din ahlakına karşı mücadele veren deccaliyet sistemi ise tamamen ortadan kalkacaktır. Ancak aşağı yukarı 100 sene kadar sürecek olan bu yükselme döneminin ardından yani Hicri 1500’lerle birlikte Dünya yeniden bir bozulma sürecine girecektir. Ehl-i Sünnetin büyük hadis ve fıkıh alimlerinden biri olan İmam Ahmed İbni Hanbel gibi birçok alimin birbirlerinden naklettikleri bir hadiste Peygamberimiz (sav) kendine kadar dünyada geçen zamanın 5600 yıl olduğunu bildirerek insanlık tarihinin başlangıcı hakkında önemli bir bilgi vermiştir:
Ahmed İbni Hanbel İlel’inde nakletti. İsmail b. Abdülkerim, Abdüssamed’den O da Vehb’den rivayet etti: Dünyadan beş bin altı yüz yıl geçmiştir. (Ali B. Hüsameddin el-Muttaki, Kitab-ül Burhan Fi Alamet-il Mehdiyy-il Ahir zaman, sf. 89)
Diğer yandan başka birçok hadiste ise dünyanın ömrünün 7000 yıl olduğuna dair açık izahlar bulunmaktadır:
Enes Malik ‘den tahric etti. O dedi ki, Resulullah (sav) buyurdu: Dünyanın ömrü, ahiret günlerinde yedi gündür. Allah-u Teala buyurdu ki: Rabbin Katında bir gün sizin saydıklarınızdan bin yıl gibidir. Kim bir din kardeşinin Allah yolunda bir ihtiyacını görürse, Allah Teala onun için gündüzlerini oruçla, gecelerini de ibadetle geçirmişcesine şu dünyanın yedi bin yıllık ömrü müddetince sevap yazar. (Ali B. Hüsameddin el-Muttaki, Kitab-ül Burhan Fi Alamet-il Mehdiyy-il Ahir Zaman, sf. 88)
Dakkak b. Zeyd-ü Cüheni ‘den rivayet ettiler: Ben gördüğüm bir rüyayı Resulullah (sav)’e anlattım. Bu rüyada Peygamber (sav) yedi basamaklı bir minberin en üst basamağında idi: O buyurdu ki, Yedi basamaklı gördüğün minber şu dünyanın ömrü olan yedi bin senedir. (Ali B. Hüsameddin el-Muttaki, Kitab-ül Burhan Fi Alamet-il Mehdiyy-il Ahir Zaman, 89)
Hicri 1300’ün ve son bin yılın en büyük müceddidi olan Üstad Said Nursi Hazretleri ise İslam ahlakının hakimiyet süresi için Hicri 1500’leri vermiştir. Üstad bu tarihlere kadar ki dönemin Müslümanların açık ve aşikar galibiyet dönemleri olacağını ifade etmiştir. Bundan sonraki yıllarda ise İslam ahlakının dünya üzerindeki yükseliş döneminin sona ereceği ve kafirler için bir kıyamet kopmasının Hicri 1545 itibariyle söz konusu olacağını söylemiştir. (Doğrusunu Allah bilir.)
“Ümmetimden bir taife Allah’ın emri gelinceye kadar (kıyamete kadar) hak üzerinde olacaktır.” “Ümmetimden bir taife..” fıkrasının (bölümünün) makam-ı cifrîsi (cifir hesâbına göre olan netice, sayı değeri) 1542 (2117) ederek nihayet-i devamına (varlığının sonuna) îma eder. “Hak üzerinde olacaktır.” (şedde sayılır) fıkrası dahi; makam-ı cifrîsi 1506 (2082), bu tarihe kadar zâhir ve aşikârane (açık ve ortada), belki galibane; sonra tâ 1542 (2117) ye kadar, gizli ve mağlubiyet içinde vazife-i tenviriyesine (aydınlatma görevine) devam edeceğine remze (işarete) yakın îma eder. “Allah’ın emri gelinceye kadar” (şedde sayılır) fıkrası dahi; makam-ı cifrîsi 1545 (2120), kâfirin başında kıyamet kopmasına îma eder. (Kastamonu Lahikası, s. 33)
Büyük Ehl-i Sünnet alimi Berzenci Hazretleri de dünyanın ömrünün Hicri 1600’e ulaşmayacağını yani Hicri 1500’lü yıllar içinde kıyametin kopmasının Allah’ın izniyle beklendiğini ifade etmektedir. (Doğrusunu Allah bilir.)
Bu ümmetin ömrü bin seneyi geçecek, fakat bin beş yüz seneyi aşmayacaktır.. (Kıyamet Alametleri, Medineli Allame Muhammed b. Resul el-Hüseyni el-Berzenci, Pamuk Yayıncılık, İstanbul, 2002, s. 299)
Peygamberimiz (sav)’den rivayet edilen hadise dayalı olarak Suyuti Hazretleri ise yaptığı açıklamada şöyle belirtmektedir:
“Benim ümmetimin ömrü 1500 seneyi pek geçmeyecek.” (Ahmed bin Hanbel, Kitâbu’l-İlel, sh. 89)
Peygamberimiz (sav)’in hadislerinden ve büyük İslam alimlerinin açıklamalarından da açıkça anlaşıldığı üzere, içinde bulunduğumuz Hicri 1400’ler Hz. İsa (as)’ın gelişi ve Hz. Mehdi (as)’ın zuhur çağıdır. Bu yüzyılda Hz. Isa (as) yeniden yeryüzüne gelecek, Hz. Mehdi (as) zuhur edecek ve İslam ahlakı yeryüzüne hakim olacaktır.Ay’ın Yarılması
Kuran’ın 54. Suresi’nin adı olan “Kamer”in Türkçe karşılığı “Ay”dır. Bu surenin büyük bir bölümünde, kendilerine gönderilen peygamberlerin “uyarılarını yalanlayan” Nuh, Ad, Semud ve Lut halkının, Firavun ve çevresinin başlarına gelen yıkımlar anlatılır. Aynı zamanda birinci ayette kıyamet vakti ile ilgili çok önemli bir haber verilir:
Saat (kıyamet saati) yakınlaştı ve Ay yarıldı. (Kamer Suresi, 1)
Ayette kullanılan “yarmak” fiilinin Arapça karşılığı “şakka”dır. Bu kelimenin Arapça’da farklı anlamları bulunmaktadır. Bazı Kuran tefsirlerinde “ikiye yarılmak” manası tercih edilmektedir. Bununla birlikte, “şakka” kelimesi Arapça’da “toprağı sürme, toprağı kazma” anlamlarında kullanılmaktadır.İkinci anlamına örnek olarak, Abese Suresi’nin 26. ayetinde geçen kullanımını verebiliriz:
Biz, şüphesiz, suyu akıttıkça akıttık. Sonra yeri yardıkça yardık. Böylece onda taneler bitirdik, üzümler, yoncalar, zeytinler, hurmalar. (Abese Suresi, 25-29)
Açıkça görüldüğü gibi, bu ayetteki “şakka” ifadesi “yerin ikiye yarılması” manasında değil, “çeşitli bitkilerin yetişmesi için toprağın sürülerek yarılması” anlamında kullanılmıştır. İşte tam bu noktada, 1969 yılına geri döndüğümüzde Kuran’ın çok büyük bir mucizesiyle karşılaşmaktayız. Kamer Suresi’nde on dört yüzyıl öncesinden haber verilen ayet, 20 Temmuz 1969’da Ay yüzeyinde yapılan çalışmalar ile gerçekleşmiştir. Amerikalı astronotların Ay’a ayak basarak, Ay toprağı üzerinde bilimsel araştırmalar yapmaları, taş ve toprak örnekleri toplamaları ayın yarılması ayetindeki ifadelere tam olarak uymaktadır.Astronotlar Ay yüzeyinde bulundukları süre boyunca bilimsel çalışma ve deneyler yapmışlar, 22 kilogram ağırlığında taş ve toprak örneği toplamışlardır. Bu numuneler daha sonra büyük bir ilgi odağı olmuştur. NASA’nın raporlarında halkın örneklere gösterdiği alakanın, muhtemelen 20. yüzyıldaki diğer uzay araştırmalarının topladığı ilginin üstünde olduğu belirtilmiştir.2
1- Sabah Gazetesi, 01 Eylül 2007, 2- Akşam Gazetesi, 10 Ekim 2009,
3- Habertürk, 19 Haziran 2009, 4-Hürriyet Gazetesi, 19 Ekim 2009
3- Habertürk, 19 Haziran 2009, 4-Hürriyet Gazetesi, 19 Ekim 2009
Şunu da belirtelim ki, sözü edilen alameti haber veren ayetlerin devamında çok önemli bir ihtar vardır. Bu ayetlerde, Allah Katından gelen işaretlerin insanları gaflet ve hatalarından döndürecek büyük fırsatlar olduğu, bu uyarıları gördükleri halde yalanlayanların “ne tanınmış-ne görülmüş” bir gün olarak tanıtılan kıyamet günü diriltildiklerinde pişman olacakları hatırlatılmaktadır:
Saat (kıyamet saati) yakınlaştı ve Ay yarıldı. Onlar bir ayet (mucize) görseler, sırt çevirirler ve “(Bu) süregelen bir büyüdür” derler. Yalanladılar ve kendi hevalarına (istek ve tutkularına) uydular; oysa her iş ‘sonunda kendi amacına varıp karar kılacaktır.’ Andolsun, onlara (kendilerini şirkten ve bozulmalardan) caydırıp vazgeçirtecek nice haberler geldi. (Ki her biri) Doruğunda-olgunlaşmış hikmettir. Fakat uyarmalar bir yarar sağlamıyor. Öyleyse sen onlardan yüz çevir. O çağrıcının ‘ne tanınmış, ne görülmüş’ bir şeye çağıracağı gün… Gözleri ‘zillet ve dehşetten düşmüş olarak’, sanki yayılan çekirgeler gibi kabirlerinden çıkarlar. Boyunlarını çağırana doğru uzatmış olarak koşarlarken, kafirler derler ki: “Bu, zorlu bir gün”. (Kamer Suresi, 1-8)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder