29 Mart 2016 Salı

İNSANOĞLU, HAYVANLARI NEOLİTİK ÇAĞ’DAN BERİ EVCİLLEŞTİRİYOR...

12 bin yıllık beraberlik 

Mağaradan yuvaya, insanoğlu tam 12 bin yıldır hayvan dostlarıyla birlikte yaşıyor. Bu uzun süreç hayvanların büyük bir çoğunluğunu kendi ihtiyaçlarına uygun olarak dönüşüme uğrattı. Kurtlar, bize en sadık yara tıklar olan köpeklere, yabani koyun olarak tanımlanan "muflon"lar ise bizi eti ve sütüyle besleyen koyunlara dönüştüler...
Evcil hayvanlar olmadan
Bir an düşünün... Sütümü­zü, yumurtamızı, tereyağı­mızı, peynirimizi, etimizi, ayakkabılarımız için deri­leri, yastık ve yorganlarımız için tüy­lerini veren evcil hayvanlardan yok­sun bir dünyada yaşasaydık, halimiz ne olurdu? Kabus gibi bir rüya değil mi?
Evcil hayvanlar olmadan, bugün belki de en basit ihtiyaçlarımızı bile karşılamamız mümkün değil... Oysa, evcilleştirme öyküsünün başladığı günlerde, insanoğlunun bu yaratıkla­ra beslenme, örtünme gibi basit ge­reksinmelerle yaklaşmadığını görü­yoruz. Kimbilir, belki de ilk insan, sanıldığından çok daha fazla akıllı ve ekonomi bilgisi sahibiydi... 

İlk evcilleştirilmiş hayvanlar 12 bin yıl önce Ortadoğu'da görülüyor
Evcilleştirmenin ilk adımları, bun­dan tam 12 bin yıl önce, Neolitik Çağ'da görülüyor. İlk evcilleştirilmiş hayvanlara Ortadoğu'da, özellikle Suriye ve Filistin'de rastlanıyor, in­san göçleriyle birlikte Avrupa ve As­ya'ya yayılıyor. Ancak şaşırtıcı olan, insanoğlunun böyle bir çabaya gir­mesinin nedeninin, beslenmeyle uzaktan yakından alakası olmaması... Gerçekten de, Neolitik Çağ'ın insan­ları, bugün bile yakalayamadığımız, müthiş bir bolluk içinde yaşıyorlardı. Avcılık, onlara ihtiyaçlarının çok üs­tünde et sağlıyordu. Ayrıca, doğa bu­günkü kadar kirlenmiş ve tahrip edil­miş değildi; bu nedenle sebze, mey­va ve ot konusunda da en küçük bir problemleri yoktu.

Peki ama, madem kıtlık diye bir problem tanımıyorlardı, neden bü­yük bir çabaya girişerek bazı hay­vanları evcilleştirmeyi denediler?
Kimileri bu noktada "örtünme ge­reğini giderme" konusunu gündeme getiriyor. Ancak bilimsel veriler bu­nu da doğrulamıyor. Bir kere, av hayvanları onlara örtünebilecekleri kadar deriyi sağlıyordu. Ayrıca, yü­nü kullanmasını bilmiyorlardı. Zaten bilmeleri de olanaksızdı; çünkü o dö­nemde yaşayan vahşi koyunların yünleri yoktu.
Bu durumda son olasılık olarak, insanoğlunun yer değiştirirken ula­şım amacıyla bazı hayvanları evcil­leştirdiği iddiası kalıyor. Bu da pek inandırıcı değil... İnsanoğlunun ula­şım nedeniyle eşeği, atı ve deveyi evcilleştirmeye başladığı tarih yakla­şık M.Ö. 3000 yılları... Oysa evcil­leştirmenin başlangıcı ise M.Ö. 12.000 yıllarına kadar uzanıyor. Kı­sacası insan, 9.000 yıl boyunca baş­ka nedenlerle havyanları evcilleştir­meyi sürdürmüş...

Etnologlara göre, evcilleştirme şöyle bir evrim izliyor:
M.Ö. 12.000 yılında insan, ilk olarak köpeği,
M.Ö. 7000 yıllarında domuzu ve ke­çiyi,
M.Ö. 6300-6500 yıllarında inek ve koyunu,
M.Ö. 3500 yıllarında ke­diyi ve
M.Ö. 3000 yıllarında da at, eşek ve deveyi evcilleştiriyor.

Bugüne kadar evcilleştirmeyle il­gili üç teori ortaya atılmış bulunuyor
Tarımsal faaliyet
Birinci teoriye göre, hayvanların ev­cilleştirilmesi, tarımsal faaliyetten hemen sonra başlıyor. Fransız etno­loglar, genel olarak bu teoriyi savu­nuyorlar. Tarlalardaki ürün, bazı hayvanların dikkatini ve iştahını ka­bartıyor ve tarlalardaki ürüne saldırmaya başlıyorlar. İşte bu noktada, iki ihtiyaç birden ortaya çıkıyor: Birin­cisi, tarımsal artığın tüketilmesi ve tarlalardaki artıkların temizlenmesi... İnsanoğlu bu ihtiyaca cevap vermek için köpek ve domuzu evcilleştirme­ye başlıyor. İkinci ihtiyaç ise, tarla­lardaki ürünün "hırsız hayvanlardan" (manda,inek gibi) korunması... İnsa­noğlu bu hayvanları sağ yakalayıp evcilleştirmeyi, tarlaların çevresine çitler örmekten daha ekonomik bulu­yor.
Batıl bazı inançlardan ve pratiklikten
Alman ekolünün savunduğu ikinci teoriye göre ise, hayvanların evcil­leştirilmesi tamamıyla "batıl bazı inançlardan ve pratiklikten" kaynak­lanıyor. Şöyle ki; ilk vahşi inekler, süt vermedikleri halde boynuzları hi­lal biçimindeki ayı anımsattığı için evcilleştirilmişlerdi. Yine atalarımız, vahşi kümes hayvanlarının yumurta­sından yararlanmıyordu. Ama onla­rın kendilerini sabahları bir saat gibi uyandırdıklarını da görmüşlerdi.
Sosyal statü
Bir grup etnolog ise, hayvanların evcilleştirilmesini "sosyal statü" ola­yıyla açıklıyor: "Hayvanlar evcilleş­tiriliyordu; çünkü, fazla hayvan sayı­sı kişinin zenginliğini simgeliyordu" diyorlar. Nitekim bu etnologlar, ev­cilleştirilen ve etlerinden yararlanılan hayvanların ancak çok yaşlandıkla­rında öldürüldüklerini ileri sürüyor­lar ve Kenya'da yaşayan Massai kabilesini örnek gösteriyorlar. Bu kabi­ledeki tek zenginlik kaynağı, insanla­rın sahip oldukları hayvan sayısı... Bunun için de, hayvanlarını kesinlik­le öldürmüyorlar, hatta onların sağlık durumuyla çok yakından ilgileniyorlar. Hayvanın bir tek, arada sırada kanını alıyorlar ve bunu sütle karıştı­rıp içiyorlar. Hayvanın zenginlik ve güç simgesi olarak görülmesi, sadece çok eski toplumlara özgü bir olay de­ğil. Ortaçağ Fransa'sında, bir kentin bayrağındaki "beyaz dana" simgesi­ne özenen bir başka Fransız kenti "siyah at" nesli üretmek için seferber oluyor. Bir başka ilginç örnek de, hayvanlarla ilgili kitap basımına baş­landığında, tüm Avrupa'da önce etin­den yararlandığımız hayvanların de­ğil, "safkan" bazı türlere ilişkin jene­olojik kitapların basılması... Bu da, insanın hayvanları evcilleştirirken, onun zenginlik ve statü simgeleyen özelliklerini dikkate aldığının bir göstergesi... Ancak, her üç teorinin de ortak bir noktası var: Neolitik Çağ'ın insanı, karşılaştığı hayvanları artık sadece avlayıp yemeyi düşün­müyor, onunla başka ilişkilere girme arzusu duyuyordu.
Şu ana kadar, atalarımızın hangi gerekçelerle evcilleştirme ihtiyacı duyduğunu gördük. Peki ama bu işi nasıl başardılar? İlk evcilleştirilen hayvan olan kurtun öyküsüne bir göz atalım... 
Kurtlar avcıları takip edip bıraktıkları artıkları yiyorlardı
Fransız etnolog Achilles Gautier'e göre, vahşi kurtlar avcı gruplarını iz­liyordu ve onların geride bıraktıkları artıkları yiyorlardı. Zamanla birlikte avlanmaya ve birbirlerine daha ya­kınlaşmaya başladılar. Bu arada, bul­dukları terkedilmiş kurt yavrularını oturdukları mağaralara taşıdılar. Bu yavruları emzirerek evcilleştirme ve köpeğe dönüştürme yolunda ilk adımları attılar. Domuzların ataları olan yaban domuzlarının da emzirme yoluyla evcilleştirildikleri tahmin ediliyor. Uzun yıllar Yeni Gine'de görev yapan etnolog Raymond Pujol, bu adada bugün bile bazı domuz yavrularının kızılderiler tarafından emzirildiklerini ileri sürüyor.
Ancak emzirme, evcilleştirmenin ilk aşaması, tamamı değil... Çünkü bu hayvanların "beslenmesi" diye bir kavram henüz gelişmiş değil. Nite­kim, emzirme yoluyla sahibine alı­şan hayvanlar giderek insanların ya­şadığı mekanların yanıbaşında avlan­maya başlıyorlar. Sürü kavramının ise, vahşi hayvanların davranış bi­çimlerinin gözlenmesinden doğduğu tahmin ediliyor. Onların toplu halde hareket ettiklerini ve bir lideri izle­diklerini gören insanlar, evcilleştir­dikleri hayvanları sürü haline dönüş­türmeyi düşünüyorlar.
Ancak, atalarımızın bu genel çiz­giler dışında, son kertede her hayvan için özel bir evcilleştirme programı uyguladıkları söylenebilir. Nitekim Eskimolar, Ren geyiğini evcilleştir­mek için bu hayvanın üstüne işerler­di.  Mineral tuzlar açısından çok zen­gin olan insan idrarını yalamaktan büyük bir haz duyan Ren geyiği, bir süre sonra insanların yanından ayrıl­maz olmuştu.
 

Evcilleştirmek için mümkün olduğunca az hareketli hayvanları tercih ettiler...
Atalarımıza göre, "evcilleştirile­cek ideal bir hayvan portresi" söz ko­nusu muydu? İnsanoğlunun genel olarak meraklı, canlılardan korkma­yan, doğal konumundayken de grup halinde yaşamayı tercih eden hay­vanlara karşı yakınlık duyduğunu görüyoruz. Bildiğimiz bir başka nok­ta da, evcilleştirmek için mümkün olduğunca az hareketli hayvanları tercih etmeleri... Bunun nedeni, yük­sek çitlerin pahalıya mal olması... Bu nedenle atalarımız, yalnız yaşamayı ve bölgesinden ayrılmamayı seven karaca ve geyiği hiçbir zaman evcil­leştirmeyi düşünmediler. Birkaç kez geyik konusunda girişimlerde bulun­dularsa da, esarette stresten öldüğünü görünce onu yeni­den ormanına gönderdi­ler.

Vahşi hay­vanların çoğu yo­k olma tehlikesiyle karşı karşıya...
Dün evcilleştirmek için atalarımı­zın büyük emekler verdiği hayvanları acaba bugün yete­rince koruyabiliyor muyuz? Vahşi hay­vanların çoğu yo­k olma tehlikesiyle karşı karşıya... Evcil hayvanlar cep­hesinde de işlerin çok iyi gittiği söy­lenemez.
Örneğin, horoz döğüşü nedeniyle "kümesin dayısı" horozu yakında belki sadece ders kitaplarında göre­ceğiz. Ancak, bu dostlarımızı tehdit eden en büyük tehlike, insan nüfu­sunun dengesiz artışı... 3000 yıl içinde, insan nüfusunun 2 milyon­dan 100 milyona çıktığı tahmin edi­liyor. İnsan nüfusundaki bu artış, beraberinde daha fazla ekili alan ve daha fazla toplu hayvan üretimini getirdi. Ekili alanların artışı nede­niyle hayvanların yaşam alanı azalmaya başladı. Ama asıl önemli­si, toplu hayvan üretiminin, insanın evcil hayvan ile olan dostluğunu gölgelemesi... Çiftliğinde 20 bin ta­vuk besleyen bir çiftçinin, tek tek bir evcil hayvana atalarımız gibi sevgiyle bakması mümkün mü?

Birlikte yaşamanın aşamaları
Vahşi doğada yaşayan hayvanlar, kendi yiyecek­lerini bulmak, kendilerini savunmak ve kendi kendine türünü devam ettirmek zorundadır. Evcil hayvanlar ise, insanın yardımı olmadan bütün bunla­rın üstesinden tek başlarına gelemezler. Ancak, ev­cilleştirme çok genel bir kavram... Aslında bu sürece üç aşamadan geçilerek varılıyor:
1. Hayvan yetiştiriciliği: Bu süreç, insan ile hayvan arasında birebir ilişkiyi gerektirmeyen bir aşama... İnsanoğlu, yakınlaştığı hayvanı sürüler halinde yetiş­tirmekle yetiniyor, bu sürünün içindeki hayvanlarla tek tek ilgilenmiyor.
2. Eğitim ve terbiye aşaması: Burada insanın tek tek bir hayvanla ilgilendiğini görüyoruz.
3. Evcilleştirme: Bu aşamada artık bir tek hayvan de­ğil, bir hayvan türü söz konusu... İnsanoğlu, birebir ya­kınlık kurduğu, deneyimleriyle bunu gerçekleştirdiği hayvanın türünü evcilleştirme çabasına giriyor. Bazı biyologlar, eğitim ile evcilleştirme süreçleri arasında bir farklılık olmadığını iddia ediyorlar. Evcilleştirmenin, mutlaka eğitimi gerektirdiğini ileri sürüyorlar. Bir baş­ka grup biyologa göre ise, bir hayvan eğitilebilir, yetişti­rilebilir, ancak evcilleştirilmesi mümkün olmayabilir. Bunun en tipik örneği ise, bazı vahşi hayvanların sirk­lerde gösteri yapacak kadar eğitilmesi, ama türlerinin vahşi niteliğini korumalarıdır...

 


Evcilleştirirken dönüştürdüklerimiz... 
Evcil hayvanlar dejenerasyona uğ­ramış yaratıklar mı?
Hayvanları evcilleştirirken, insa­nın doğal ayıklanma sürecine müdahale ettiği bir gerçek... Yani insan, bir anlamda hayvan ile dış dünya arasında bir filtre görevi gö­rür. Hayvanı bir yuvaya yerleştire­rek, o türü iklimin ve diğer yırtıcı hayvanların kötülüklerinden korur. Yine, evcilleştirdiği hayvanın sağlı­ğıyla yakından ilgilenir, onu besler. Bu arada üretimini de kontrol altına alır. Ancak bütün bu müdahaleler, hayvanın genlerinin doğal gelişimi­ni sınırlandırır. İşte, bu noktadan hareket eden bazı doğa bilimciler, evcil hayvanları dejenerasyona uğ­ramış yaratıklar olarak nitelendiri­yorlar. Onlara göre, bu hayvanlar doğal bir çevrede kesinlikle varlık­larını sürdüremezler.


Evcilleştirme ile birlikte, hayva­nın anatomisinde ve davranışların­da önemli değişiklikler ortaya çı­kar
Örneğin, sığırın vahşi ataları iki metre boyundaydılar. Oysa 2000 yıl sonra evcilleştirilmeye başlan­dıklarında sığırlar 1 metre 20 san­tim'e düştüler. Bugün ise, sığırın boyu ortalama 90 santim... Evcilleş­tirmenin hayvanları şişmanlattığı da görülüyor. Bunun nedeni, tem­bellikten kaynaklanan yağ biriki­mi... Bugün 19 kilo ağırlığa ulaşan erkek hindilerin, dişilerini dölleme­leri olanaksız hale gelmiş bulunu­yor.

Evcilleştirme hayvanların bey­nini de etkiliyor
Bugün evcil hay­vanların beyni, vahşi atalarınınkin­den yaklaşık yüzde 20 daha hafif... Rus biolog Beljaev, gümüş tüylere sahip tilkilerin, 14 kuşak sonunda bir salon köpeği kadar uysallaştık­larını söylüyor. Bu hayvanların ku­lakları düşmüş, tüyleri arasında le­keler meydana gelmiş, çeneleri da­ralmış ve bacakları kısalmış. 

Evcilleştirmenin bir sonucu da, hayvanların fazla uysal ve hareketsiz yaratıklara dönüşme­si...
Saldırganlıklarını yitiriyorlar, kulak ve kuyruklarını istedikleri gibi kullanamıyorlar. Oysa hayvanlar­da, yön tayini ve hareketlilik için kuyruğun çok büyük önemi olduğu biliniyor. Bu bağlamda, evcilleştir­me hayvanı önemli doğal savunma mekanizmalarından da yoksun bırakan bir süreç... Kısacası, hay­vanları evcilleştirirken, insan onların doğal evrimini de yönlen­diriyor. Daha doğmadan milyonlar­ca hayvan "Büyük birader" insanın kontrolüne giriyor. 

Ormanları sıcak bir yuva için terketti
Köpek, özünde bir kurttur... En evcil köpek türü olan Kanişler bile, zaman zaman vahşi atalarını anımsatan davranışlar gösterebilirler. Köpek insanın ilk evcilleştirdiği hayvanlardan biridir. Bazı biyologlar köpeğin evcilleştirilmesini 10.000, diğerleri ise 13.000 yıl öncesine kadar götü­rüyorlar. Üstelik köpek, farklı farklı yerlerde, aynı anda evcilleştiriliyor. Avru­pa'da Avrupa kurdu, Asya'na Hint ve Çin kurdu insan tarafından köpeğe dö­nüştürülüyor.  

Köpek ile atası kurt arasındaki temel farklılıklar ise şunlar:
Beyin farkı: Köpeğin beyni, kurt beynine oranla yüzde 34 daha hafiftir. Kö­pekte, insanoğlu onu avlanırken yanında taşıdığı için zamanla koku duyusu gelişirken, işitme duyusu gerilemiştir. Oysa vahşi niteliğini sürekli koruyan kurtlar çok gelişmiş bir işitme duyusuna sahiptir. Nitekim, diğer hayvanlardan kendisini bu duyusunun uyarılarıyla korur.
Morfoloji farkı: Bugün dünyada yaklaşık 230 köpek türü bulunuyor. Bütün bu türleri, morfolojik düzeyde kurttan kesinlikle ayıran noktalar şunlardır: Da­ha küçük kesici dişler, daha yay biçiminde geriye kaykılmış ayaklar ve kurtun öne doğru uzayan kafa yapısı yerine daha yuvarlak bir kafa yapısı...
Davranış farkı: En önemli fark, köpeğin havlamasıdır. Atası kurtlar ise ulurlar. Havlama, köpeğe tehlike anında kendilerini uyarması için insanlar ta­rafından öğretilmiştir. Kurtlar genel olarak sürü halinde yaşarlar ve aile kavramı çok gelişmiştir. Oysa köpek, sadece sahibiyle yetinebilmektedir.

 

Dün deri veriyordu, bugün yün
Avrupalılar koyunu evcilleştirmeyi, çok korktukları komşuları Türk­ler'den öğrendiler. Bugün yeryüzünde bir milyar koyun yaşıyor ve bu koyunlardan yılda 4 milyar kilo yün elde ediliyor. Bir Merinos ko­yunu, yılda yaklaşık 8 bin kilometre yün üretiyor. İnsanoğlu, koyunu böylesine bir yün fabrikasına dönüştürmek için tam 8000 yıl en tüylü olan atalarını evcilleştirmeye çalıştı ve tüysüz örneklerini de resmen katletti. Örneğin, yün yerine derisinden yararlandığı vahşi koyunun türü, bugün hemen hemen tükenmiş durumda. İşte, kısa tüylü atasıy­la yünlü koyun arasındaki temel farklar:
Beyin farkı: Koyunun beyni, atası vahşi koyundan tam yüzde 20 oranında daha küçük... Ayrıca, nöron sayısı da atasına oranla çok da­ha az... Bu nedenle ağır ve oldukça tepkisiz bir hayvan...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder